Perşembe, Nisan 23, 2015

Tezkire Dergisinde İslam ve Sosyalizm




Yani Taha’nın tezinde zekat İslam’ın asıl emirlerinden değil geçiş sürecindeki ilga edilecek emirlerdendir. Zekat emrinin ilga ettiği ayet ise şudur: “Size ne vereceğinizi sorduklarında ihtiyacınızdan fazlasını cevabını verin. (Bakara, 2/219)” Taha'nın, zekat ve mülkiyetle ilgili fikirlerini dayandırdığı bu ayet asıl mesajı barındırmaktadır ve bu ayet sosyalizmin mülkiyet konusundaki tarifidir.”

Zaman zaman İslam ve Kapitalizm, İslam ve Liberalizm, İslam ve Özgürlük, İslam ve Demokrasi tartışmaları gibi İslam ve sosyalizm tartışmaları da yapılmakta.[1]  Türkiye’de, 1965 yılında Yön Dergisi yayınlarından çıkan Garaudy'nin İslam ve Sosyalizm kitabı bu tartışmalarda odak noktasını oluştururken, 2012 yılında İhsan Eliaçık[2] ve Numan Kurtulmuş[3] üzerinden konunun gündeme geldiği görülüyor.[4] “Türkiye’de Sol: Bir Varmış, Bir Yokmuş…” başlığıyla çıkan Tezkire dergisinin 50.sayısı da (Eylül-Kasım 2014), “İslam, Sosyalizm ve Türkiye” konusunu işleyen özel bir bölüme yer vermiş. Bu bölümde, konuyla doğrudan ilgili üç yazı, Yasin Aktay, Abdülaziz Kıransal ve Bahattin Cizreli tarafından kaleme alınmış. Ayrıca, Sadreddin Celal’in 1923, Niyazi Berkes’in 1965 tarihli yazıları da yer alıyor.

Aşağıda, öncelikle, Tezkire dergisinde yayımlanan yazılardan yapılan alıntılarla “ne söylendiği” aktarılacak, daha sonra kısa bir değerlendirme yapılmaya çalışılacaktır.

Tarihsel Süreç: Anti-komünist İslami sosyalizm

İslami sol” kavramı içinde geçen sol, daha çok yenilik, değişim ve akılcılığı temsil etmektedir. Yine bu kavram dahilinde eşitlik, özgürlük ve adalet çağrışımlarının anlaşılması da mümkündür. İslami sol kavramının farklı bir heyecan oluşturduğu kabul edilmekle birlikte; şimdiye kadar sadece entelektüel zihinlerde heyecan veren bir düşünce olmaktan öteye geçememiştir. Ayrıca solun tarihi seyri içinde İslam ile olan ilişkisinden kaynaklanan dinsizlik ve hatta din düşmanlığı çağrışımları yapması bu düşüncenin geleceği açısından pek de umut vaat etmemektedir. Kavramın tarihsel süreci incelendiğinde sistematik biçimde ilk kez, 1945 yılında yayımlanan Faruk Bercavi’nin “İslam Sosyalizmi” kitabında ele alındığı görülmektedir.[5]

Arap dünyasında özellikle iki dünya savaşı arasında İslami muhalefet dilinin büyük ölçüde sosyalist söylemin etkisi altında olduğu bilinir. Mısır’da bu yıllarda Müslüman Kardeşler’in en önemli düşünürlerinden biri olan Seyyid Kutub’un İslam’da Sosyal Adalet isimli kitabı nominal olarak sosyalizm seçeneğini batılı bir seçenek olarak fazla olumlamıyorsa da, içerik olarak İslam’ın içinde bir sosyalist söylem arayışı olarak tebarüz etmiştir. Yine Müslüman Kardeşler’in Suriye’deki en önemli isimlerinden Mustafa es-Sıbai’nin İslam Sosyalizmi isimli kitabı da Kutub ile benzer görüşler ortaya koymuştur.[6] Bu eserde aslında sosyalizmden hiçbir şekilde bahsedilmez. Aksine baştan sona İslam anlatılır. Kitap büyük ölçüde Kutub’un Sosyal Adalet isimli kitabını andıran temalar ve anlatımlarla doludur, ama bunlara “İslam Sosyalizmi” ismi yakıştırılmaktadır. Kuşkusuz sosyalizm ve İslam terkibinde İslam’ı çok daha fazla ön plana çıkaran, hatta neredeyse bu terkibi İslam’ın sosyalizme hiçbir şekilde ihtiyaç duymayacak kadar zengin içeriğine gönderme yaparak kuran bir tür kendine-yeterlilik söylemi göze çarpar.[7] Sıbai, İslam’da millileştirmeyi (te’mim) İslam sosyalizminin hayati bir yönü haline getiren birçok hüküm ve kurum bulunduğu düşüncesindedir. Delil olarak da, “Üç şey halkın mülkiyetindedir; su, otlar ve ateş” hadisini gösterir. Bir başka rivayette tuz da bulunmaktadır. Sıbai, bu maddelerin Peygamber dönemindeki çöl hayatında temel ihtiyaçlar olduğunu ve bunların çoğaltılmasının mümkün olduğunu söyler. Dolayısıyla günümüz için su, su arzıyla ilgili bütün yapı ve vasıtaları; ateş, elektrik ve benzeri enerji kaynaklarını; ot ve tuz gibi şeyler de modern hayatın bütün vazgeçilmez ihtiyaçlarını içine alacak şekilde genişletilebilir. Bu döneme mensup Emin el-Huli, Kur’an’daki servet ayetleri üzerinde yaptığı yorumlar açısından İslami sol düşünce içerisinde doğal olarak yer almıştır. Ona göre, Kur’an öyle bir zemin hazırlar ki, servet tamamen kamu malı olsa, herkes ona ortak olsa ve bireysellik tamamen ortadan kalksa, Kur’an bunda ne bir sakınca görür ne de buna engel olur. Bu ifadelerine dayanarak Nasr Hamid Ebu Zeyd onun ilk İslam solcusu, gerçek bir sosyalist olduğunu söyler. İslami sol düşüncesi daha derli toplu bir şekilde sunan ve bu alanda ciddi ses getiren en önemli isim ise Hasan Hanefi’dir. Ona göre İslami sol, İslam’ın Marksist bir elbise içinde sunulması değildir. Doğrudan sosyalizm kelimesini kullanmayan Hanefi, ortaya konan değerlerin hepsinin bizzat İslam’dan ve kültürden alındığını söyler.[8]

Kitlesel destek bulduğu söylenemese de, bu kapsamda, Mısır’da Hasan Hanefi ve Nasr Hamid Ebu Zeyd’in İslami Sol projelerinin yanında, Cezayirli Abdullah Larou’nun çalışmalarından da bahsedilebilir. Larou’nun kitabında İslam dünyasının açıkça bir Marx okumasına ihtiyaç olduğu söylendikten sonra farklı Marx yorumlarına işaret edilerek Arap dünyasına lazım olanın Althusser’in olgun Marx’ı değil 11.Tez’deki Marx olduğu savunulur. Bu, insanı motive eden, insana kaderini değiştirmenin kendi elinde olduğunu hatırlatan, dolayısıyla insanı hareket etmeye sevk edecek bir okuma olacaktır. Bir başka okuma biçimi İran Devrimi esnasında oluşan İslam ve sol buluşmasıdır. Bu buluşmalar Ali Şeriati gibi büyük bir sentez adamını ortaya çıkarmıştır. Ali Şeriati’nin sadece siyasal duruşunun sol veya sosyalist öğeler içermesinden söz edilemez, o aynı zamanda İslami bilgiyi alabildiğine sol bir terminoloji içinde yeniden ve başarılı bir biçimde ifade etmiştir. İnsanın Dört Zindanı olarak nitelediği, insanı sınırlayan tarih, toplum, biyoloji, coğrafya gibi sınırlara nihilistçe bir mahkumiyeti reddetmek ve insanın bir özgürleşme ihtimalinin her halükarda var olduğunu, bunun da aşkla mümkün olduğunu ifade etmek, tabiidir ki onu salt sol bir çerçeveye sığdırmayı da zorlaştırır.[9]

Bu düşüncenin fazla tanınmamakla birlikte en önemli isimlerinden birisi de, Sudan rejiminin irtidat gerekçesiyle idam ettiği Mahmud Muhammed Taha’dır. Taha, “İslami Sol” düşüncesiyle ilgili en belirgin çıkışını, Sudan Anayasası’nın Esasları (1955) eserinde, başkanlık sistemi ile yönetilen, federal, demokratik ve sosyalist bir İslam devleti önerisi ile yapmıştır. Taha, fikirlerini yaymak için konferanslar düzenler, ancak yönetimin rahatsız olması nedeniyle bu konferanslar yasaklanınca gizli ev toplantılarıyla çalışmalarına devam eder. Fikirlerini hayata geçirebilmek için kurduğu Cumhuriyetçi Kardeşler örgütünü adeta küçük bir Sudan toplumu olarak değerlendirir ve fikirlerinin üyeler tarafından gündelik hayatta uygulanmasını ister. Taha’nın örtünme, haremlik-selamlık, çok eşlilik islam’ın temel şartlarından değildir ve kadın erkek eşitsizliği her alanda giderilmelidir şeklindeki fikirleri Sudanlı kadınları cezbeder ve harekete bağlar.[10]

Taha, “bireyin özgürlüğü”nü ön planda tutar ve toplumu bireyin kendini gerçekleştirmesi için bir araç olarak algılar. Bireyi bir araç olarak gören ideolojileri, komünizm de dahil, ciddi eleştirilere tabi tutar. Tahayyül ettiği İslami Sol düşünceyi, “İslam Demokratik ve Sosyalisttir” adlı kitapta açıklayacağını belirten ama buna ömrü yetmeyen Taha, sosyalizmi, en başta insanların yeryüzünün zenginliklerini bölüşmesi olarak tarif eder.[11]

Taha’nın sosyalizm vurgusu taşıyan en önemli iddialarından biri zekat ve mülkiyet konusundadır. Ona göre bugünkü İslami yasaların mülkiyetle ilgili bölümleri gerçek İslami hedefleri yansıtmamakta, ancak bu yasalar aşamalı olarak müslümanları gerçek mülkiyet anlayışına yaklaştırmaktadır. Bu nedenle Allah, insanlara mallarının belli bir kısmını zekat olarak vermeleri karşılığında özel mülkiyete geçici olarak izin vermiştir. Bu insanları sosyalizme hazırlayan bir geçiş sürecidir. Yani Taha’nın tezinde zekat İslam’ın asıl emirlerinden değil geçiş sürecindeki ilga edilecek emirlerdendir. Zekat emrinin ilga ettiği ayet ise şudur: “Size ne vereceğinizi sorduklarında ihtiyacınızdan fazlasını cevabını verin. (Bakara, 2/219)” Taha'nın, zekat ve mülkiyetle ilgili fikirlerini dayandırdığı bu ayet asıl mesajı barındırmaktadır ve bu ayet sosyalizmin mülkiyet konusundaki tarifidir.[12]

Taha’ya göre, Şura da temel bir İslam ilkesi değildir ancak ikincil önemde ele alınabilir. Şura, demokrasi değildir. Ancak ulusu demokratik olmaya hazırlayan olgun bireyin hukukudur. Taha’nın tezinde demokrasinin temel ilkesi ayetlerle belirlenmiştir. “Haydi öğüt ver; sen şimdi sırf bir öğütçüsün. Onların üzerinde bir zorba değilsin. (Gaşiye, 88/21-22)” ayeti, Taha’ya göre demokrasiyi emreden ve tarif eden ayettir.

Özetle Taha, yeni İslami düzenin başlangıcının sosyalizmle olacağını, Allah’ın insanları sosyalizme ve demokrasiye davet ettiğini ve bunun için özel emirler gönderdiğini belirtir. Bunun için üretim araçlarının ve kaynaklarının bir tek ya da birkaç kişiye verilmesi yasaklanacaktır. Yönetim konusunda ise yeni İslami düzenin başlangıcı demokrasi ile olacaktır. Bu süreç aslında hukukun evrimini, ikincil Ku’ran metinlerinden yani Medeni emirlerden orijinal metinlere yani Mekki emirlere doğru bir gelişmeyi ifade eder. Fakat Taha, klasik İslam düşüncesinde kabullenilmesi mümkün olmayan fikirler ortaya atmış, ileri sürdüğü fikirler ciddi tenkitler almış, zaten yaşadığı dönemde de bu fikirleri ile bağlantılı bir şekilde irtidat hükmüne muhatap olarak idam edilmiştir.[13]

Bütün bu örneklerden İslam ve solun da, dünyanın birçok yerinde belki Hristiyanlık ve solun buluştuğundan daha fazla buluşmuş olabildiği sonucuna ulaşılabilir.[14] Ancak müslümanların kendi mücadelerinde komünizme ihtiyaç duymalarını gerektiren bir durum da olmamıştır. Belki komünizme rağbet etmelerini engelleyen bir durum budur. Diğer yandan, artık dünyada batıya, kapitalizme, sömürgeciliğe, işgallere karşı muhalefet için İslamcı dil çok daha organik, çok daha elverişli görülüyor. Belki Nurettin Topçu’nun demek istediği şeyi tersinden ifade ederek bir algı açısından anlamlı gelecek bir cümle kurabiliriz: İslamcılık zamanımızın sosyalizmidir.[15]

Türkiye

Ömer Laçiner, TC’nin kuruluşundan itibaren İslamcı çevrelerin sol-komünist etiketi taşıyan/takılmış her fikre/öneriye koşulsuz bir ret tavrı içine girmiş olmalarına ve komünizm kavramının sadece mutlak, sistematik bir ateizm olarak değil, modernleşmenin seküler karakterinin en bariz tezahürlerinin, gelenekle en karşıt yönlerinin tamamını kapsayan bir içerikle kullanılmasına dikkat çeker. Türkiye tarihinde belki sol cenahtan gelen yaklaşımlara karşı bir reddiyeci tutum olmuşsa bile İslami kesimin sol bir yorum teşebbüslerinin hiçbir zaman eksik olmadığını kaydetmek gerekiyor. İlk başta akla gelebilecek örneklerden biri Nurettin Topçu ve Hareket dergisi çevresinin Anadolu solu diye ifade edilen yaklaşımlarında İslam’ın sol bir yorumunun denenmiş olması. Topçu’nun Bahtiyar Belde başlıklı yazısının son cümlesi, “sosyalizm devrimizin şeriatıdır” önermesiyle biter.[16] Bu bağlamda hemen hemen aynı yıllarda; Hüseyin Hatemi’nin “İslam Açısından Sosyalizm” adlı telif eseri (1967) ve Roger Garaudy’nin “Sosyalizm ve İslamiyet” kitabının tercümesi (1965) yayımlanır.[17] Ancak hem Arap islamcılığında hem de Nurettin Topçu’nun anti-kapitalist veya sosyalizan eğilimleri aynı zamanda, Tanıl Bora’nın da dikkat çektiği gibi,  hayli güçlü bir anti-komünist vurguyla tamamlanır. Laçiner’i teyiden, özellikle yirmili ve yetmişli yıllar arasında İslamcıların anti-komünist vurguları gerçekten komünizm hakkında gerçek bir mülahazaya dayanmamakta, komünizmin şahsında aslında reddedilenin Kemalist modernleşme programının aşırı versiyonları olduğu göz ardı edilmemelidir. Komünizmi Kemalizmin daha da radikal bir versiyonu olarak algılayan halkın bu tecrübesi, komünizmin Türkiye’de dindar insanlarla herhangi bir buluşma şansını baştan yok etmiştir.[18]

Türkiye’de sosyalizm ve Kemalizm arasındaki ilişkiyi, 20 sosyalist parti/örgüt ve dergi üzerinden analiz eden Bahattin Cizreli, Türkiye sosyalist solunun Kemalist modernleşme projesi ile ortaklığını tartışmadığı ve demokratik mücadele şartlarına adapte olamadığı sürece bir politik güce dönüşemeyeceğini iddia eder.[19]

Roger Garaudy ve Niyazi Berkes

Niyazi Berkes, Yön dergisinin 140.sayısında (3 Aralık 1965) yayımlanan Sosyalizm ve İslamiyet Üzerine başlıklı yazısında Roger Garaudy’nin kitabını ve bu kitap hakkında E.Tüfekçi’nin savunusunu eleştirir, ileri sürülen fikirlere katılmadığını belirtir. Hemen hemen ta baştan itibaren aşağı sınıflar arasında, dini öğretilerin zamanına göre ileri olsa bile toplumda meydana getirdiği sonuca karşı isyan veya ihtilal hareketleri ve Ku’ran’ın öğretilerini sorgulama, başka şekilde yorumlama eğilimleri başlamıştır. İslam tarihi, İslamlığın birinci anlaşılışı ile ikinci anlaşılışı arasındaki sürekli bir mücadelenin tarihidir. Bu mücadelenin yaptığı ve bizi hala yanıltan en önemli değişiklik, İslamlığın ikinci anlayışının batıl olduğu, İslamlığın doğru olanının birinci anlayışının temsil ettiği şekil olduğu tezinin üstün gelmesidir. İslam tarihi ilerledikçe, ister sünni ister şii olsun bu tez kuvvetlenmiş, her çeşit Batıni akımı ezilip yok edilmiştir. Berkes, sosyalizmin ne müslümanı ne hristiyanı var dedikten sonra, sosyalizmin İslamlığa aykırı olduğunu iddia etmediğini; İslamlığın belirli şekilde anlaşılan bazı yanlarının sosyalizme aykırı olmasının mümkün olduğunu ilave eder. İslam’ın Marx’ı İbn Khaldun faslına gelince. İbn Khaldun’un ne Descartes ne de Marx ile ilgisi veya onlara benzeyişi yoktur. İbn Khaldun Montesquieu ayarında bir düşünürdür, önemli fikirleri ve gözlemleri vardır, dünya düşün tarihimizde birinci safta gelen bir yeri olduğundan da hiç şüphe yoktur. Ancak politik doktrinde vahye dayanan devlet düzenini ideal devlet düzeni saymaktan kendini kurtaramayan bir düşünürün bugünün sosyalizmine vereceği bir şey yoktur.[20]

Sen ile Ben

İhsan Eliaçık bir röportajda, kendisine sorulan “İslam ve sol bağlantısını nasıl görüyorsunuz?” sorusuna şöyle cevap verir: “Bizim anlattığımız sosyalizm değil. İslam sosyalizmi de değil. Bilakis İslam’ın kendisi.[21] Eliaçık’ın sözleri, sosyalizm kavramını kullanmaktan kaçınma ve İslam’ı kendine-yeterli bir bütün olarak görme bakımından yukarıda aktarılan tarihsel süreç ile uyumludur. Genel olarak, “İslami sol” kavramı içinde geçen sol, daha çok “sosyal adalet”le ilişkili olarak anlaşılmaktadır. Bu ise, “sosyalizm”den ziyade “sosyal demokrasi” ifadesinin daha uygun düşeceği bir tartışma zeminine işaret eder. Öyleyse neden “İslami sosyalizm” söylemi tercih edilmekte, tartışmanın zemini sosyalizme kaydırılmaktadır? Yasin Aktay, yazısının bölüm başlıklarından birisini, “İslamcılardan biat bekleyen sol?” olarak koyar. Aktay, bir uzlaşı için yeni yollar arama amacından söz etse de, kendisi de yazısında, tıpkı Nurettin Topçu’nun “sosyalizm zamanımızın şeriatıdır” cümlesini tersine çevirdiği gibi (İslamcılık zamanımızın sosyalizmidir), biat meselesini de tersten okur ve solun İslam karşısında boyun eğmesini, İslam’a biat etmesini savunmaya doğru ilerler. Sosyalizm kavramının İslami ön ekiyle öne çıkarılması, Berkes’in belirttiği “sosyalizmin ne müslümanı ne hristiyanı var” argümanının boşa çıkarılması, sosyalizmin içinin boşaltılması ve bir dinin sınırları içine hapsedilmesi niyetinden mi kaynaklanmaktadır? Yani İslami sıfatıyla sosyalizm ehlileşirilmeye-evcilleştirilmeye mi çalışılmaktadır?

Niyazi Berkes’in “İslam’ın temel metinleri içinde sosyalizmle uyumlu kavramlar aramanın tarihsel süreç içinde yenilgiye uğradığı, İslam’ın egemen sınıflar ve çıkarlarıyla eklemlenen anlayış biçiminin üstün geldiği” biçiminde özetlenebilecek tezini, yazarların (Yasin Aktay ve Abdülaziz Kıransal) İslam’ı sosyal adalet penceresinden yorumlayanlara karşı gösterdikleri olumsuz tutum da destekler. Yazarlara göre bu entelektüel bir çaba olarak kalmış, kitlesel bir etki yaratmamış, çok fazla tenkite uğramıştır. Bir başka deyişle kabul görmemiştir. Taha’nın göreli olarak daha kapsamlı olan modeli, irtidat suçlamasıyla idamına neden olmuştur. Kıransal, Taha’nın fikirlerini uzun uzun anlattıktan sonra bir paragrafta bütün modeli mahkum eder, olumsuzlar. Taha’nın çok fazla eleştirildiğini söyler, bu eleştirilere dair hiçbir bilgi vermez ve hiç tartışmadığı bir yargıyla yazısını bitirir. Şöyle der: “İslami sol düşünce Müslüman bireylerin ve İslam toplumlarının sorunlarına çare üretmek gibi iyi niyetli sayılabilecek bir çıkış yapmış görünse de Kur’an ve sahih sünnet bağlamında değerlendirildiğinde Allah yapısı İslam’ı beşeri ideolojilerle uzlaştırmak gibi bir çıkmaz sokakta ilerlemektedir.” Aktay, İslamcılığın güçlü olduğu bir konjonktürden hareketle, İslam’ın zaten sosyalizme ihtiyacı olmadığı, artık dünyada batıya, kapitalizme, sömürgeciliğe, işgallere karşı muhalefet için İslamcı dilin çok daha organik, çok daha elverişli görüldüğünü öne sürer. Öyleyse sorun nedir? Bu tartışma ne anlam ifade etmektedir?

İslamı öne çıkarıp, İslam’ın temel metinlerinin sosyalizmin özellikle mülkiyet konusundaki görüşleriyle uyumlu olduğunu göstermeye yönelik çabalar, anti-komünist bir vuguya sahip olsalar da, ayrı modeller geliştirmeye çalışsalar da, müslümanların sosyalizme ve sosyalistlere bakışı ve karşılıklı ilişkilenmelerini dönüştürmede önemli bir role sahip olabilir. Bu potansiyel, nesnel bir kategori olarak İslam tasavvurundan ziyade, inanan ve kendini müslüman olarak gören insanlarla kurulan/kurulacak ilişki bakımından önem taşıyabilir. İslami bir sosyalizm tasarısına yol açmak/ulaşmak amacı için değil, sosyalizmin önüne engel olarak dikilen söylemlerle baş edebilmek bakımından değerli olabilir. Böyle bir potansiyelin olmadığı savunuluyorsa, tartışma neden özellikle "İslamcı" olanlarca “olumsuzlayıcı” biçimde kapatılmaya çalışılmaktadır?

Aktay’ın Türkiye solunu/sosyalistlerini Kemalizmle özdeşleştirmesi, Türkiye’deki anti-komünist reaksiyonun nedenlerini esas olarak Kemalist uygulamalara (ezanın Türkçe okunması vb.) bağlaması, İslam ve sosyalizmi bağdaştırma çabalarınının tarihine bakışıyla tutarlılık göstermez. Bir öğenin konuyla ilgili bir etkisinin olmasıyla, başat öğenin bu olduğunu savunmak aynı şey değildir. İslami sosyalizmin dünyada politik bir güce dönüşememesinin nedenleri olarak gördükleri hususları Türkiye'ye bakarken dikkate almayan Aktay ve Cizreli’nin yazılarındaki “Gezi” karşıtlığı, Aktay’da “Mahir Çayan, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının da bütün eylemlerini asker içinden aldıkları istihbarat ve lojistik desteklerle yaptıkları da bugün biraz daha net biliniyor” iddiasına varır.

Cizreli'nin analizinde, 20 sosyalist yapı Kemalizmle ilişkisi üzerinden dört gruba ayrılır. Yazarın oluşturduğu tabloya bakıldığında, "Kemalist düşünceden kopabilmiş sol" kategorisine giren beş partinin (ESP, DHF, SDP, YSGP ve DSİP) bulunduğu; Kemalizmin kısmi tesirinde kalan sol kategorisinde keza beş yapının (TKP 1920, Kaldıraç, EMEP, SODAP, SYKP) listelendiği görülür. Yani incelenen yirmi oluşumun yarısında, Kemalizm çok da etkili değildir. O zaman, Cizreli’nin “politik güce dönüşme” şartını sağlayan belli bir sayıda parti/dernek/yapı olduğu söylenebilir. Başarı ölçütü “kitleselleşme” ve “Kemalizmden uzaklaşma” olarak konulduğuna göre, şu soru da sorulmalıdır: Peki bu şartları sağlayanlar neden “politik güç” oluşturamamaktadır? Bu, Kemalizmle ilişkisini sürdürenler bakımından da geçerlidir. Aynı şekilde, Kemalizme bel bağlamak politik güce dönüşmeyi neden sağlayamamıştır? Cevaplardan önce belki, soruların doğru olup olmadığının tartışılması gereklidir. Konu, düşünüldüğünden daha karmaşıktır ve geniş kapsamlı soruşturmaları gerektirmektedir. Bu çaba, solun “İslamla ve/veya müslümanlarla” nasıl bir ilişki kurması gerektiğine ışık tutabilir.

Böyle batılıyız-doğuluyuz gibi uydurma ikileme ayrımları yaptıkça toplumcu hümanizm olmaz. Çünkü eğer gerçekte Doğu ve Batı insanlığın yüksek değerlerine bir şeyler katmışlarsa, toplumcu hümanizm uğruna bunların ahenklendirilmesi işi kinler, savaşlar ve sömürüler tarihinin mirası olan Sen-Ben yerine, Sen ile Ben’i birleştirecek yeni bir insanlık anlamı, aracı ve diyaloğu yaratılması işidir. Bu, ne sözde böyle bir şey güden Protestan misyonerliği ile, ne tatlımsak Vatikan kararlarıyla, ne Garaudy’nin bel bağladığı Katolik rahipleri ile Müslüman hocalarını sosyalizm ortamına kazandırma umutlarıyla, ve ne de modern doğuluların İslam dininin gerçekleri olduğu iddia edilen geçmişte kalmış ve bugün darmadağın edilmiş inanç ve eylemlerini yapma nefes aldırma talimlerine benzer çabalarla diriltmeye uğraşmakla olacak şey değildir.”[22]


[5] Abdülaziz Kıransal, İslam-Sol Sentezinin Tarihsel Arka Planı, , Tezkire, Sayı 50, 2014
[6] Age.
[7] Yasin Aktay, İbrahim Oğulları ile Hegel Oğulları Arasında Siyaset ve Tarih, , Tezkire, Sayı 50, 2014
[8] Kıransal, age.
[9] Aktay, age.
[10] Kıransal, age.
[11] Age.
[12] Age.
[13] Age.
[14] Aktay, age.
[15] Aktay, age.
[16] Aktay, age.
[17] Kıransal, age.
[18] Aktay, age.
[19] Bahattin Cizreli, Çağdaş Sosyalist Solun Kemalist Kırılganlığı, Tezkire, Sayı 50, 2014
[20] Niyazi Berkes, Sosyalizm ve İslamiyet Üzerine, Yön, 1965 (Tezkire, Sayı 50, 2014)
[22] Berkes, age.